Kazdıkça Tarih Değişiyor!

2015 yılında Denizli Müze Müdürlüğü tarafından, Bilimsel Danışman Doçent Doktor Fulya Dedeoğlu’nun önderliği ile başlayan ve 2020 yılında Cumhurbaşkanlığı kararı ile Ege Üniversitesi’nden Doçent Doktor Fulya Dedeoğlu’nun kazı Başkanı olmasıyla bambaşka bir boyut kazanan “Ekşi Höyük” kazıları tarihin bilinen akışını değiştirmek üzere. İzmir Demokrasi Üniversitesinden Doçent Doktor Erim Konakçı, Pamukkale Üniversitesinden Doçent Doktor Ali Ozan, Trakya Üniversitesinden Doçent Doktor Başak Boz, Ahi Evran Üniversitesinden Doçent Doktor Gülçin İlgili Bertram başta olmak üzere çok sayıda uzman ismin katıldığı kazı çalışmasında ortaya çıkan bulgular şaşkınlık yaratmakta. Kazı heyeti adeta cımbızla veri toplamakta. Batı Anadolu ve Baklan tarihini değiştirecek olan keşif “Ekşi Höyük” kazılarında ortaya çıkan bulgular görenleri hayran bırakıyor. Kazdıkça tarih değiştiren Ekşi Höyük kazıları titizlikle devam ediyor. Bölge halkı da yapılan kazı çalışmalarına şartsız gönülden destek veriyor.  

BATI ANADOLU VE AVRUPA’NIN İLK ÇİFTÇİLERİ…

Ekşi Höyük kazıları Yukarı Menderes Havzasının Neolitikleşme sürecine ilişkin stratigrafik bilgi elde etmeyi hedeflemesinin yanı sıra yerleşimi oluşturan topluluklarının örgütlenme biçimi, buna yönelik geliştirdikleri geçim stratejisi ve alan kullanımıyla ilgili geniş çaplı veri edinmeyi amaçlamaktadır. Ekşi Höyük’ün kültür depozitinin büyük bölümünün neredeyse kesintisiz biçimde takip edilebilen Neolitik Dönem tabakalarından oluşması, arkeolojik kalıntıların geniş alanda ve bütüncül olarak değerlendirilmesinin yanı sıra Neolitik Dönemin kendi içindeki değişim ve dönüşüm süreçlerinin anlaşılmasına imkân tanımaktadır.

Denizli İli, Çal İlçesi sınırları içinde yer alan Ekşi Höyük, deniz seviyesinden 819 metre yüksekliğe sahip, doğu-batı uzantılı yaşlı gölsel tabakalardan oluşan doğal bir tepe üzerine kurulmuştur. Yaklaşık 2 hektarlık bir alana yayılan yerleşimin kuzeyinde Büyük Menderes Irmağı, güneybatısında ise hali hazırda kurumuş, ancak yağışlı zamanlarda beliren küçük bir göl yer almaktadır. Bu bağlamda Ekşi Höyük’ün son derece sulak bir doğal ortam içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda, Ekşi Höyük’ün Çivril ve Baklan düzlüklerinin oluşturduğu havza tabanını Çal Platosuna bağlayan doğal güzergâhın başlangıç noktasında yer alan konumu, yerleşimde yaşamış toplulukların çevre bölgelerle iletişim ve buna bağlı olarak etkileşimine imkân sağlamıştır.

TABAKALANMA…

Ekşi Höyük’te gerçekleştirilen çalışmalarda yaklaşık 2 metrelik bir kültür dolgusunun varlığı tespit edilmiştir. Bugüne kadar yürütülen kazı çalışmalarında 7 yapı katı tespit edilmiş olup yerleşimin henüz kurulum tabakasına ait verilere ulaşılamamıştır. Gerçekleştirilen kazılar, yerleşimdeki iskanın MÖ 7. Bin yılın ilk çeyreğinde başladığını, MÖ 6. Bin yılın ortalarına kadar büyük oranda süreklilik göstererek devam ettiğini ortaya koymuştur. Her ne kadar yerleşimdeki seramikler M.Ö 5. Bin yılın başına ait olabilecek bir iskânın varlığına dair kanıtlar sunsa da yoğun tarımsal faaliyetlerin tahribatı nedeniyle, söz konusu süreç şimdilik tanımlı bir arkeolojik dolgu içinde belirlenememiştir. Bu sürecin ardından yerleşim, MS. 10-11.yy’da mezarlık alanı olarak kullanılana dek terk edilmiştir. Yerleşimin bugüne kadarki kazılarda tespit edilen en erken tabakaları olan 7. ve 6. tabakalar, kırmızı kireç tabanlı dörtgen yapılar ile tanımlanmakta olup, göreli ve mutlak tarihlemelere göre M.Ö 6780-6600 yılları arasına tarihlenmektedir. Bu tabakaların hemen üzerinde, apsidal yapılar ile tanımlanan 4. ve 5. tabakalar yer almaktadır. 5. tabakaya verilerin sınırlı olması şimdilik, söz konusu tabakanın başlangıcına ilişkin net bir bilgi elde etmemizi engellemektedir.

4b ve 4a olmak üzere iki belirgin evresi tanımlanan 4. tabakanın ise M.Ö 6200-6000 yılları arasındaki sürece işaret etmektedir. 4. tabakadan herhangi bir kesinti olmaksızın devam eden 3. tabaka bulguları, tabakanın M.Ö 6000-5700 yılları arasına ait olabileceğini, 2. tabaka olarak adlandırdığımız ancak yalnızca seramikler ve yanık taban parçaları ile tanımlanan tabakanın bulguları ise M.Ö 5500-4500 yılları arasını göstermektedir. 2. tabakanın ardından yerleşimde son derece uzun süren bir boşluk yaşanmıştır. Yerleşimin son kullanımı ise 1. tabaka olarak adlandırılan mezarlık alanı olup radyokarbon verilere göre MS. 10-11. yüzyıla tarihlenmektedir.

M.Ö 6750-6600 TABAKALARI (7. VE 6. TABAKALAR)

Höyükte 2019 yılına kadar yürütülen çalışmalarda tespit edilen en erken tarihli bulgular, höyüğün batı kesimindeki kırmızı kireç tabanlı dörtgen yapıların bulunduğu 7. ve 6. tabakalara aittir. Her iki tabaka boyunca kesintisiz biçimde devam eden bu yapıların aşağıda belirtilecek birkaç farklılık dışında, yönleri, biçimleri, inşa tekniği ve taban uygulamaları birbiri ile benzer özellik göstermektedir. 7. tabakaya ait arkeolojik bulgular yaklaşık 20 metrekarelik bir alan içinde açığa çıkarılan bir yapı, bu yapının hemen dışında yer alan bir direk çukuru ve 80 cm çapındaki bir ateş çukurundan oluşmaktadır. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu ve dörtgen biçimli yapının korunan kısmı 3 x 3,5 m boyutlarındadır. Kerpiç duvara sahip olan yapı, 5 ayrı sıvama evresinin tespit edildiği kırmızı kireç bir tabana sahiptir. Kireç tabanların yapımında ve yenileme evrelerinde küçük boyutlu çakıllardan ve kumdan oluşan, yaklaşık 2 cm kalınlığında, sık dokulu bir altlık üzerinin kalın ve sert yapılı bir kireç ile sıvandığı ve kırmızı renk kullanılarak boyandığı anlaşılmaktadır. Yapıyı ardılı olan 6. tabaka yapısından ayıran en önemli mimari unsur, kuzeydoğu köşesinde yer alan büyük boyutlu (90 x 90 cm), köşeleri yuvarlatılmış kare formlu ocaktır. Ocak ve yapı tabanının, tüm evrelerdeki sıvamalarının eş zamanlı olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu sıvama evrelerinde kireç tabanlarda kullanılan inşa tekniği kullanılmıştır. Ocağın en üst sıvama evresi üzerinden yaklaşık 8-10 cm kalınlığında kül dolgusu kaldırılmıştır.  Yapının kuzeybatı duvarının hemen dışında, olasılıkla üst örtü ile ilişkilendirilebilecek 35 cm çapında içerisinde bir parça yanmış ahşap kısmının da korunduğu direk çukuru yer almaktadır. Mekân dışında tanımlanan bir diğer mimari unsur, 80 cm çapındaki büyük bir ateş çukurudur. Üst dolgusu yanık toprak ve külden oluşan bu ateş çukurunun içinden tespit edilen hayvan kemikleri, bu alanın pişirme işlevinde olduğuna işaret edebilir.

Bir sonraki tabakada (6.tabaka) bulunan kırmızı kireç tabanlı yapı, 2,30 x 3,80 m’lik bir alana yayılmaktadır. Yapının kireç tabanının tamamı boyalı olarak tasarlanmış, 4 ayrı sıvama evresi mevcuttur. Bir önceki tabakadaki yapının kireç tabanı ile benzer bir şekilde inşa edilen sıvama evreleri üzerinde farklı bezeme motifleri uygulanmıştır. En erken evrenin bezemesi, kırmızı boyanın krem bantlar ile bölümlere ayrılması yöntemiyle oluşturulmuştur. Krem bantlar iki yandan birbirine koşut siyah çizgiler ile sınırlanmıştır. Siyah çizgilerin içe bakan tarafları, biri birine bakacak şekilde testere dişi biçiminde bezenmiştir.  6. ve 7. Tabakaların en yoğun buluntu grubunu hayvan kemikleri ve yontmataş örnekleri oluşturmaktadır. Söz konusu aletler içerisinde orak bıçaklar, düzeltili dilgiler, düzeltili yongalar, sırtlı dilgiler, çentikler, kenar kazıyıcılar ve kullanılmamış parçalar yer almaktadır.

M.Ö 6400-6000 TABAKALARI (5. VE 4. TABAKALAR)

Ekşi Höyük’te, kırmızı kireç tabanlı dörtgen yapıların ardından apsidal plana sahip yapıların iki farklı tabaka boyunca kullanıldığı 5. ve 4. tabakalar gelmektedir. Bu tabaka yapıları, bir önceki süreçten tamamen farklı bir yapım tekniğine sahip olmakla birlikte, aynı doğrultuda inşa edilmesiyle dikkati çekmektedir. 1 m kalınlığında duvarlara sahip apsidal biçimli yapılardan 5. tabakaya ait olanı yalnızca tek bir yapı ile sınırlı olup, şimdilik 15 metrekarelik bir alanda açığa çıkarılabilmiştir. Bu tabaka içinde birbirinden belirgin bir şekilde farklılaşan iki yerleşim evresi tespit edilmiştir. 4b olarak adlandırdığımız erken evreye ait mimari yapıların planı, 21 metrekarelik büyük bir apsidal yapı ve bu yapı etrafında tespit edilmiş olan dörtgen yapılardan oluşmaktadır. Apsidal yapı, yerleşimin merkezine yakın bir noktada yer almakta olup 8 metre uzunluğunda 4,8 m genişliğindedir. Yapının 4 metrekarelik batıya bakan giriş kısmında tabanın altına küçük düz taşlar döşenmiştir. Kuzeydeki apsidal yapı, 5,70 x 7 m boyutlarında olup 13,5 metrekarelik bir kullanım alanına sahiptir. Yapının girişi olasılıkla güneybatı yönünde yer almakta olup batı kesiminde kare biçimli (85×85 cm) bir ocak açığa çıkarılmıştır. Yapının tabanının 5-15 cm boyutlarında küçük taşlar ile döşenip üzerinin ince bir sıva ile kaplandığı anlaşılmaktadır. Güneydeki apsidal yapı  8 metrekarelik bir kullanım alanına sahiptir. Bir kısmı kesitte kalan bir diğer kısmı da 10-11. yüzyıl gömüsü tarafından tahrip edilmiş olan mekânın, kuzey duvarına bitişik olasılıkla diğer yapılarda yer alanlar ile benzer tipte bir ocak bulunmaktadır.  Ekşi Höyük’te bugüne kadar en geniş alanda araştırılan tabaka olan 4. tabakadaki buluntu yoğunluğu ve bağlamı, buradaki topluluğun günlük yaşam pratikleri ve üretim etkinliklerine ilişkin bazı çıkarımlar yapılmasına olanak tanımıştır. Tabakanın ilk evresi olan 4b evresinin odağını oluşturan apsidal yapının içerisinde seramik parçaları ve sayısı 300’ü bulan sapan tanelerinin oluşturduğu buluntuların, nispeten daha az orandaki bir kısmını kemik bız, yongalar ve figürünler oluşturmaktadır. Apsidal yapıdan farklı olarak üretimin yoğunlaştığı alanların dörtgen yapılar olduğu anlaşılmaktadır. Apsidal yapının güneyindeki büyük dörtgen yapı içinde tespit edilen buluntu grupları ve mimari unsurlar, mekânın farklı bölümlerinde farklı işlere yönelik kullanım alanları oluşturulduğuna dair birtakım veriler barındırmaktadır.

Örneğin kil nesnelerin üretimi ve pişirilmesi etkinliğinde mekânın doğu duvarına bitişik fırın alanının kullanıldığı anlaşılmaktadır. Yapının güney tarafında yer alan duvarının hemen önünde 4 boğa heykelciğinin gömüldüğü bir alan açığa çıkarılmıştır.  4a evresi  ile birlikte birbiri ile benzer plana ve iç tasarıma sahip apsidal evlerin inşa edildiği ve bu evlerin günlük yaşam pratiklerinin yanı sıra yoğun üretim etkinliklerinin yürütüldüğü birimler olduğu tespit edilmiştir.  Genel olarak değerlendirildiğinde apsidal yapı geleneğinin sürdürülmesi açısından bu tabakayı oluşturan toplulukların devamlılık arz ettiği görülse de özellikle alan kullanım ve örgütlenme biçiminde her iki evre arasında bir farklılaşmanın olduğu dikkati çekmektedir.  Ekşi Höyük’ün 4. tabakası ağırlıklı olarak kırmızı ya da kahverengi astarlı olan seramiklerden oluşmakta olup basit bant motifinden oluşan birkaç örnek dışında herhangi bir boya bezemeye rastlanmaz. 4a ve 4b seramiklerinin genel olarak birbiri ile benzer nitelikte olduğu söylenebilir.  4. tabakanın erken süreci olan 4b tabakasında tespit edilen seramiklerde şimdilik herhangi bir bezeme uygulamasına rastlanmamıştır. Ağırlıklı olarak kızıl ve kahve tonlarından oluşan seramiklerin yüzeyleri, iyi bir biçimde açıklanmış olup ince boyutlarda ve seyrek yoğunlukta mika, taşcık ve daha az sıklıkla kireç katkı içermektedir.

M.Ö 6000-5700 TABAKASI (3. TABAKA)

Ekşi Höyük’ün 3. tabakasına ait bulgular, yüzeye yakın olmasından ötürü, modern tarım faaliyetleri gibi etkenlerle yoğun biçimde tahrip olmuştur. Bu tabaka ile ilişkilendirilen smimari unsurlar, 4a evresindeki dörtgen avlu ile süreklilik arz etmektedir. Bu alanın 3. tabaka içerisinde de aynı doğrultuda yeni kerpiç duvarlar ile çevrelenerek düzenlendiği anlaşılmaktadır. Alanın kuzey duvarına bitişik olarak inşa edilmiş fırın ve yer yer korunmuş olan taban, bu tabaka ile ilişkilendirilebilecek yegâne arkeolojik kalıntılardır. Alan içerisinde açığa çıkarılan buluntular bu alanın bir önceki tabaka ile benzer işlevler doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını söylemek için yeterli olmamakla birlikte, alanın mevcut süreç içerisinde de bir açık alan olarak kullanılmış olabileceği izlenimi edinilmiştir.

DCIM\100MEDIA\DJI_0064.JPG

3. tabakada monokrom çanak çömleklerin yanı sıra boya bezemeli örnekler ele geçmiştir. 3. tabaka içerisinde boya bezeme kullanımının oranının arttığı gözlemlenmektedir. Yoğun olarak kullanılan bezeme motifi basit ve karışık bantlardır. Boyalı örnekler açık renk astar yüzeye kırmızı renkli astar bantların, çoğunlukla verev şekilde ya da iç içe üçgen oluşturacak biçimde uygulanması ile oluşturulmuştur. Küçük buluntu örnekleri arasında ise kilden bir idol, perdah taşları, vurgaçlar, serpantin baltalar, sayı taşları, sapantaneleri ve az sayıda kemik alet tespit edilmiştir. Bunlar arasında bızlar, kanca ve işlenmiş spatül parçası gibi buluntular yer almaktadır.

M.S 10-11. YÜZYILA TARİHLENEN MEZARLIK ALANI

Şu ana kadsar sayısı 40’ı aşan gömülerin, höyüğün ağırlıklı olarak kuzeyinde ve doğusunda yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Mezarlık alanının tarım faaliyetleri nedeniyle büyük oranda tahribata uğraması, iskeletlerin bir kısmının bütünlüğünü koruyamamasına neden olmuştur. Radyokarbon verilere göre M.S 10-11. yüzyıla tarihlenmektedir.

DEĞERLENDİRME

Ekşi Höyük yeni bir kazı olmasına rağmen, Göller Yöresi’nden başlayarak, Yukarı Menderes Havzası’ndan Kıyı Ege’ye değin uzanan tüm alanda, yerleşik yaşamın ve çiftçiliğin başlangıcı, bu toplulukların mimari gelenekleri ve düşünce tarzları, maddi kültür öğeleri ve bunların zaman içerisinde gösterdikleri dönüşüme ve bölgeler arası ilişkilerine dair birçok konuda bilgi üretmektedir. Bölgeler arası bir bağlam içinde ele alındığında, Ekşi Höyük’te belirlenmiş kültürel silsilenin Kıyı Ege ve Göller Yöresi ile eşzamanlı bir çizgi üzerinde geliştiği söylenebilir. Bu çizginin başlangıcını kırmızı boyalı kireç tabanlara sahip dörtgen plan gösteren yapılar oluşturmaktadır.  M.Ö 7. binyılın sonlarına doğru Ekşi Höyük’te apsidal yapılar evresi ile mimari gelenekte bir değişimin yaşandığı anlaşılmaktadır.

Havzası ve genel olarak Batı Anadolu’da, toplumsal yapının yeniden ve farklılıklar içerecek biçimde örgütlenmesini temsil ediyor olmalıdır.  Sonuçta Ekşi Höyük’te ortaya çıkartılan mimari tabakalar bölgenin maddi kültür öğelerinin ve bunların kronolojik olarak zamanlamasının belirlenmesinin yanı sıra çevre bölgeler ile olan ilişkilerin de kurgulanması bakımından kayda değer bilgiler üretmektedir. Ekşi Höyük’teki araştırmalar arttıkça hem Batı Anadolu’daki ve belki de Avrupa’daki ilk çiftçilerin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.